Parkta geçirdiğim Arsuz gecesinin sabahına, çadırın etrafında birkaç tur atan köpek sesi haricinde hiçbir ses duymadan uyandım. Gayet serikanlı hareketlerle önce çadırımın içerisini toplayıp, daha sonra da akşam alıp çantama attığım ekmek ve salamdan kahvaltılık hazırladım. Ekmeğimi kuru kuru yemeye başlamışken yan taraftaki yerden çay içmek için parkın duvarını atlayıp çayla beraber kahvaltımı yaptım ve dönüp çadırımı tamamen topladım. İlçe çıkışına doğru yürüyüp günün ilk otostobunu çektim. Bindiğim araçtaki İngilizce öğretmeni Seda abla ve babasıyla işlettikleri dil okuluna kadar gittik. Orada bir saat kadar oturup kahvelerimizi içerken, eski İskenderun’u ve insanlarını büyük bir ilgi ve hayretle dinleyerek çok değerli bilgiler edindim. Oradan kalktıktan sonra beni bıraktıkları yerde, yanıma aldığım çantalarımla birlikte uzunca bir süre kaldırımda oturup ne yapmak istediğime karar vermeye çalıştım. Saat öğleni devirdiğinde ani bir kararla harekete geçtim. Artık Adıyaman’a gidecektim. Bunu yapıyor olmaktan, ani bir karar alabilme lüksünden ve bu özgürlükten son derece mutluydum.


Duran ilk araçla otoban girişine kadar gidip, bağlantı yollarını geçene dek otobanda yürüdüm, gölge bir yerde durup beklemeye başladım. Yarım saati aşan bir bekleyişten sonra asker olan Furkan ve kardeşi Gürkan beni alarak 60 km kadar götürdüler. Onlardan ayrılınca indiğim yerden 3 km ilerideki sapağa yürümem gerekiyordu. Çünkü giden araçların çoğu ayrımdan benim gitmeyeceğim yöne doğru gidiyordu. Zorlu ve terli bir yürüyüşle ayrıma ulaşıp durdum. Bir sonraki aracımda emniyetten emekli Mehmet abiyle birlikte yolculuğa başladık. O Urfa’ya gidiyordu, haritadan baktım ve yolumuzun ayrılacağı noktada inecektim. Fakat bana “Seni Birecik’e götüreyim mi?” diye sordu. Tekrar haritaya baktım, Fırat’ın yanında mı, dedim. Onaylayınca da “Haydi götür.” dedim ve yolculuğum artık yeni bir boyut kazandı.

Gün batımı sonrası Fırat Nehri

Birecik Köprüsü üzerindeyken güneşin gözden kaybolmuş olduğunu ve ardındaki turuncu bulutlar dışında bir şey bırakmadığını görüyordum, fazla vaktim yoktu. Araçtan vedalaşıp indikten sonra hem yemek yemek hem de esnaftan bölge hakkında bilgi almak için caddede yürümeye başladım. Arkamdan birisi omzuna dokunup kibar bir ses tonuyla “Siz” dedi. Arkamı döndüğümde tüm ışığıyla gülen bir yüz, isminiz neydi, diye sordu. Hüseyin, diye cevapladım “Pardon birisine benzettim.” diyince teşekkür edip yoluma devam ettim. Zannediyorum internetten takip ettiği popüler gezginlerden birisine benzetmişti.

Bir dönercide oturup, bu topraklarda her şey mi lezzetli olur, düşüncesiyle dönerimi yedim. Kalkarken de çadır kurmamın uygun olup olmayacağını, olursa da nerede kurabileceğimi sordum. Dönercideki iki kişiden birisi kurma derken diğeri, kur bir şey olmaz, diyordu. Sanırım ben işime geleni dinleyecektim. Duş almaya da ihtiyacım olduğu için araçtan inip dönerciye ilerlerken öğretmen evini arayıp 85tl (normal oda kalmamış, suit oda fiyatı) gibi bir fiyat almıştım. Fırat’ın kenarına inip önce bir bankta insanları gözlemlemeye başladım, geçen insanların vücut dilleri, bakışları ve tavırları kararıma yardımcı olacaktı. Yeterli gözlemden sonra kalkıp yürümeye başladım, nehir kenarında yeşillik alan vardı ama bu alan enine dardı ve hem yoldan geçenler tarafından hem de yürüyenler tarafından sürekli görünecek, bu bölgede çadır kurulmasına pek alışkın olmayan insanlarda merak uyandıracaktım. Orada çadır kurma hissini içsel olarak kabul edemedim. Yürürken kendine ait yeri olan ve içi pek gözükmeyen bir restauranta gidip, kapanış sonrası bahçede çadır kurup kuramayacağımı sordum. Oranın çalışanı olan ilgili, patronun hoşuna gitmeyecek bir durum olduğunu söyleyince teşekkür edip ayrılarak, bir diğer olabilir dediğim yere yürüdüm.

Burası bir çay bahçesiydi ve kapalı alanının çitlerle çevrili üst katı oldukça müsait gözüküyordu. İçeri girip selam verdim, kendimi ve durumumu anlatıp, çatıda çadır kurmamın mümkün olup olmadığını sordum. Daha sonra biraz daha yakından tanıma fırsatı bulacağım Bülent abi, gözlerini biraz kısıp, dışarı yansıyan enerjisinden rahatlıkla hissettiğim “Bu değişik ne anlatmaya çalışıyor?” duygusuyla bir süre düşündükten sonra normal yüz ifadesine geri dönüp, “Olur.” dedi. Teşekkür edip bir de çay alarak bahçe kısmında oturdum. Biraz vakit geçtikten sonra içeride tek başına oturan Bülent abinin yanına gidip sorular sormaya başladım. Kendimi ona borçlu ve ifade etmek zorunda hissediyordum. Birbirimizi tanıma sorularından sonra bölge hakkında sohbet etmeye başladık. Bana çevreyi, insanları, düşünme ve yaşama biçimlerini ilgiyle anlatıyordu. Bu sahici ilgiyi gözlerinde görebiliyordum, gözlerinin farklı ve insana güven veren bir ışıltısı vardı. O anlatırken o anın atmosferine ve bölgenin ruhuna fazlasıyla uyan, ilerleyen konuşmalarda “Çok seviyorum.” dediği Ahmet Kaya çalıyordu. Masada çaylarımız vardı ve bir yandan da sigara sarıp sonra içmek için stokluyordu. Benim için öyle bir andı ki hiç bulunmadığım ve bana fazlaca otantik gelen bu yerlerde sanki eski zaman hikayelerinde ya da filmlerindeymiş gibi hissediyordum. Ahmet Kaya kulağımı okşuyordu adeta. Keyifli ve hararetli diyalog dimağlarımızı biraz yorunca sessizleşip ara ara ortaya konular atıp onları konuşmaya başladık. Bugün için yolda olma amacımla örtüşen bir vaziyette bulunmaktan son derece memnuniyet duyuyordum.

İlerleyen vakitlerde Bülent abinin misafirleri geldi ve bir takım aile meseleleri konuşmaya başladılar. Ben de telefonda vakit geçiriyordum fakat çok uykum gelmişti. Belki misafirleri gider diye bekliyordum. Çünkü her ne kadar artık arkadaş olmuş olsak da orası bir işletme, Bülent abi de işletmeciydi. Çayını içmiştim ve ücretini ödemem gerekiyordu, sonraki gün geri dönüp dönmeyeceğimi bilmiyordum. İyice ağırlaşan gözlerim artık göremeyecek raddeye gelince gidip uyuyayım dedim, yarın da bir şekilde buraya uğrayacaktım.

Çatıya çıkarak çadırımı kurdum, bu bölgeye geldiğimden beri ilk defa üzerimde hırka vardı ve doğrusu tek başına yetersizdi. Gündüzleri kavuran sıcaklar geceleri donduran soğuklara dönüşüyordu. Coğrafya dersinde gördüğümüz karasal iklim etkilerini fiili olarak da deneyimliyordum artık. Çadırımı kurunca uyku tulumumu da kılıfından çıkartarak bir battaniye gibi üzerime aldım ve uykuya daldım.

Takip eden günü ve yaşadıklarımı, Birecik gezi yazısı olarak bir sonraki yazımda anlatacak ve bölge hakkında bilgiler vermeye çalışacağım. Bu hem bir günlük hem de tanıtım rehberi niteliği taşıyacak.

Yorum Bırak

Lütfen Yorumunuzu Girin
Adınızı Buraya Girin