Bir önceki gece geç saate kadar oturup, Hatay/Antakya Gezi Rehberi’ni yazmıştım. Sabah saat 10 civarında uyanıp eşyalarımı toparladım ve kaldığım hostelin işletmecisi Serkoç Abi’yle Antakya gezimi değerlendirirken birer de Hatay simidi yedik. Daha sonra da vedalaşıp Mardin’e doğru gitmek amacıyla yola çıktım. Şehir merkezinde bulunduğum için Antakya çıkışına kadar 7 numaralı tıp fakültesi aracıyla gittim. Yol kenarında durup otostop çekmeye başladıktan 25 dakika kadar sonra akşamı köydeki kulübesinde geçireceğimiz Hasan durup beni aldı.
Tanışma diyaloglarını takiben yolda giderken bir yandan da bana çevreyi tanıtıyor, yerler hakkında demografik bilgiler veriyordu. Sol tarafımızda kalan dağları göstererek “Bunun arkası da İskenderun, oralarda hayat çok güzel neden gitmiyorsun?” diye sordu. “Sahiden güzel mi?” dediğimde “Evet” diye ekledi. O halde neden gitmeyeyim ki diye kendi kendime düşündüm ve aldığım kararla birlikte oraya doğru gitmeye başladık. İskenderunla ilgili biraz bilgi edindikten sonra “Gidebileceğim köy ya da yayla gibi nereler var?” diye sordum. Civardaki köylerden bahsederken eliyle bir tepeyi göstererek “Bizim şu tepenin ardındaki köyde bir kulübemiz var.” dedi. Ben ilgiyle yaklaşıp sorular sorunca, istediğim takdirde akşam gidip orada kalabileceğimizi söyledi. Elbette bu benim için cevabı asla hayır olamayacak bir teklifti, kabul ettim. Hasan çalışıyor olduğu için beni İskenderunun üst tarafında bulunan Belen’de bıraktı, numaralarımızı alıp akşam 6 civarı Hasan’ın mesaisi bitince İskenderun merkezde buluşmak üzere sözleştik.
Belen’de indiğim yerde, yol kenarında elinde poşetiyle duran bir abinin ben çantalarımı takarken beni süzdüğünü görünce, merak ettiğini anlayıp diyalog kurmak için selam verdim. Tahmin ettiğim üzere, çantalarımı almış ne yaptığımı sordu, ben de kısaca yolda olma hikayemi ve amacımı anlattım. Sohbetimiz bitince de ayrıldık ve yol kenarında elimi kaldırmaya başladım. Çok vakit geçmeden eşiyle birlikte yol alan, motorsever ve Malatyalı Aykut abi bana onlara katılma şansı verdi. Aykut Abi otomatik kapıların motor mekanizmalarının satış ve tamirini yapıyor, haliyle de civarda sürekli seyahat ediyordu. Eşi de zaman zaman ona katılıyormuş, birlikte arızalara gidip, kalan vakitleri de beraber geçiriyorlarmış. İskenderun Merkez’den geçeceklerdi ama vaktim olup olmadığını sordular, ben de akşam 6’ya kadar vaktim olduğunu söyledim. Bir sonraki gün gitmeyi planladığım Arsuz’a gideceklerini, akşama da dönmüş olacaklarını ve istersem onlara katılabileceğimi söylediler. Önden Arsuz’u görüp fikir sahibi olmanın güzel olabileceğini düşünerek onlara dahil oldum. Yol üstünde birkaç yere uğradıktan sonra Aykut abi Arsuz’da yaşayan, bir süredir de rahatsızlığı olan Avcı Faruk abiyi ziyaret edeceğini söyledi. Beraber gidip Faruk abiyle de tanıştıktan sonra doğal olarak av konusu gündeme geldi. Biraz konuşma sonrasında tekrar ne zaman ava gideceğini sorduğumda, yarın, dedi. Niyetim avlanmak olmasa da avcıların av tekniklerini görmek ve doğadaki hayvan ve bitkiler konusunda benden fazla olan tecrübelerinden faydalanacağımı düşünerek, ben de gelebilir miyim, dedim. “Gel tabii.” dedi, iletişim bilgilerimizi aldık, ziyaretimiz sonlanınca da ayrılıp İskenderun Merkez’e döndük.
Hala sabah yediğim simitle durduğum için epey acıkmıştım, oturup bir şeyler yerken bir yandan da Hasan’la iletişime geçip nerede buluşacağımızı kararlaştırdık. Hasan eve uğradıktan sonra gelip beni aldı ve karanlık yollarda kıvrıla kıvrıla tepelere doğru çıkmaya başladık. Yarım saatlik bir yolculuk sonrası yol kenarında durduğumuzda, çevreme bakınıp hiç ev göremeyince, “Geldik mi?” dedim. “Evet.” diye karşılık verdi ve arabadan indik. Arabadan arkasına doğru gidip aşağı bakınca, Hasan’ın bahsettiği kulübeyi görmüş oldum.
Tepeden aşağı doğru bakan dik bir yamacı katlar halinde kazıp düzleyerek, aşağı yukarı 10 metre karelik bir kulübe yapmışlar. Arka tarafında üç kat olarak tasarlanmış, kendi ihtiyaçlarına cevap verecek miktarda sebze yetiştirdikleri bir bahçe de vardı. Temel direklerinin alt tarafında kalan boşluğa ise etrafını örtüyle çevirdikleri bir tuvalet konumlandırmışlardı. Tamamen babasının emeği ve 2500tl gibi çok cüzi bir rakama mal ettiklerini söylediği bu kulübe, sıcak İskenderun yazında biraz da olsa serinlemek için güzel bir kaçış noktası olmuştu. Daha sonraki konuşmalarımızda Temmuz-Ağustos aylarında şehirdeki sıcaklar yüzünden oradan hiç çıkmadığını söylemişti.
Kulübenin arka tarafındaki masa ve sandalyenin olduğu düzlük alanda akşam yemeğimizi yemek için oturduk. Hasan’ın evden getirdiği taze fasülye ve pilavı bölüşüp, su şişelerine doldurduğu hafif ekşi ayranı içerek yemeğimizi afiyetle yedik. İlerleyen vakitlerde Hasan planlarından, yapmak istediklerinden ve hayallerinden bahsetti. Kendimce verebileceğim birkaç tavsiye verip biraz da ben hayatımda olan bitenleri ve arzularımı anlattım. Geçen birkaç saatten sonra artık ikimizde yorgun düşmüştük ve serinlemiş havada yorganlarımızın altına girip uyumaya karar verdik. Sabah 6’da kalkmak üzere sözleştik ve uykuya daldık.
Sabah 6’da uyanıp evden çıktık, Hasan beni yol üzerinde bırakarak iş için yola devam etti. İskenderun Merkez ve Arsuz arasında kararsızlık yaşayıp, eğer Faruk abiyle ava gideceksek Arsuz’da onu beklememin daha mantıklı olacağına karar verip, oraya doğru parmak kaldırdım. İki araç değişikliği sonrası Arsuz’a varıp orada kahvaltı ettim. Faruk abiye de mesaj atıp civarda olduğumu, ava giderse ve bana da yer varsa dahil olmak istediğimi söyledim. İş yerine gitmesi gerektiğini, işlerini hava sıcaklamadan hallederse gidebileceğimizi ama geçe kalırsa sıcakta gidemeyeceğimizi söyledi. Ondan haber beklerken bir yerlere oturup site üzerinde çalışmaya başladım. Saat öğleyi geçtiğinde artık ava gitmemizin mümkün olmadığını anladım ve toparlanarak yola düştüm.
Bir önceki gece kulübede uyumaya çalışırken zihnime giren düşünceden kurtulamamıştım. Beşikli Mağara’da tanıştığım Cumali abi ve Ayşe ablayla neden az vakit geçirdiğimi, onlardan öğrenebileceğim bir çok şey olduğunu ve asıl yola çıkma amacımın da bu olduğunu düşünüyordum. Henüz bir yere yetişme telaşı olan turist psikolojisinden çıkamamış olmamın bir tezahürüydü sanırım. Onlardan zeytinyağı yapmayı, sabun yapmayı, hangi meyvenin hangi mevsimde toplanacağını ve bunları nasıl değerlendirebileceğimi en azından teorik olarak da olsa öğrenebilirdim. Hata yaptığımı ve bu fırsatı teptiğimi düşünüyordum. O yüzden tekrar oraya gitmeye karar verdim. Haritadan baktığımda Arsuz’dan oraya giden bir yol olduğu gözüküyordu. Önce bu yolda yürümeye başladım, güzel bir nokta olduğunu düşündüğüm yerde de otostop çekmeye başladım. İlk duran araçla 4-5km kadar yol gittik. Beni alan abiye niyetimi anlattığımda bu yoldan gitmenin çok zor olduğunu, oraya pek kimsenin gitmeyeceğini ya da almayacağını söyledi. En azından şansımı denemek istediğimi belirtip yolumuzun ayrıldığı noktada indim. Yürüyerek ilerlerken yol kenarındaki bahçelerin ne kadar bereketli ve dolu olduğuna hayretle bakıyordum. Dallardan turunçgil meyveleri ve narlar adeta yere değecek kadar sarkıyor ve çok sevdiğim narlar inanılmaz lezzetli duruyordu. İstanbulda yediğimiz narla arasında epeyce fark olduğuna dair daha tadına bakmadan bile bahse girebilirdim. Yola taşmış olan ağaçların birinden uzanarak nar koparttım. Ağaca vurup yarık açarak, elimden süzülen nar suyu eşliğinde taneleri ağzıma doldurmaya başladım. Bir kez daha yolda yediğim bir meyvenin saadetini yaşıyor, bir yandan da otostop çekerek ilerliyordum. Duran bir sonraki araç, gideceğim yere 40 km mesafedeki ismi Konacık olan köye kadar gidiyordu, aynı şekilde bir önceki araçtaki abinin söylediklerini tekrarlayıp, giden yolun dağdan geçtiğini ve kimsenin gitmeyeceğini söylediler. Yolculuğumuz bittiğinde köy meydanınında inip beklemeye koyuldum. Güneş vuruyor, dakikalar geçiyor ama birkaç kilometre ilerdeki yere kadar giden minibüsler dışında hiçbir araç o yönde ilerlemiyordu. Çok nadir geçen birkaç araç da biraz ilerdeki evlerine gittiğini düşündüğüm insanlardan oluşuyordu ve durmuyorlardı. Israrla beklemeye devam ettim ama güneş artık batmak için hazırdı ve vakit kolluyordu. Gitmeden evvel ya da giderken havanın kararacağına ikna olup, yöre halkının tavsiyelerini de dinleyerek geri dönmeye karar verdim. Cumali abi ve Ayşe ablayı ya alternatif bir planla ziyaret edecektim ya da yolun götürdüğü yere saygı duyup devam edecektim. Neler olacağını ilerleyen yazılarda hep birlikte göreceğiz sanırım.
İki araç değişikliğiyle tekrar Arsuz’a döndüm ve çadır kuracağım yeri hava tamamen kararmadan önce belirleyip daha sonra bir kafede oturarak yine site üzerinde saatlerce çalışmaya devam ettim. Saat 11’i geçtiğinde toparlanıp kalkarak daha önce belirlediğim yerde çadırımı kurup uyudum.
Bu yazıyı yazarken Hatay sınırlarındaki 7. günümdeyim. Ben her ne kadar planlar yapsam da yolun beni götürdüğü her şeye açık olduğum için nereye ne zaman gideceğimi kestiremiyorum. Hala temelde planlarım var fakat bunlara uymak ısrarı taşımıyorum. Yolda olmanın güzel yanı da bu değil mi? Sonraki anını kestiremiyor olmak…